Göresidim Kavramının Felsefi Katmanları: Bilginin, Ahlakın ve Varlığın Kesişiminde
Bir filozof için her kelime, varoluşun derinliklerine açılan bir kapıdır. “Göresidim” kelimesi de bu türden bir çağrıdır — duyularla düşünce arasındaki o belirsiz eşiğe ait bir ses.
Kulağa yerel, hatta basit bir ifade gibi gelse de, içinde algının, isteğin ve bilginin sınırlarının birleştiği felsefi bir derinlik barındırır.
Bir cümlede “göresidim” dendiğinde, aslında “görmeyi istemiştim” anlamı taşır — yani arzunun geçmişteki yankısı, deneyimle arzunun birleştiği bir an.
Bu küçük fiil, etikle epistemolojinin, bilgiyle duygunun, varlıkla zamanın ortak noktasına dokunur.
Göresidim: Duyusal Bir Fiil mi, Bilgisel Bir Eylem mi?
Dilbilgisel açıdan “göresidim”, Türkçede “görmek” fiilinin istek kipinden türemiş bir geçmiş zaman ifadesidir.
Ama felsefi açıdan bu kelime, sadece bir görme eylemini değil, “görme isteğini” anlatır — yani henüz gerçekleşmemiş bir bilme arzusunu.
Burada “görmek”, duyusal bir deneyimden öte, epistemolojik bir metafora dönüşür.
Epistemolojide bilgi, genellikle “doğru inanç” ve “gerekçelendirme” üzerine kuruludur.
Ancak “göresidim” ifadesi, bilginin tamamlanmamış hâlini, henüz yaşanmamış ama arzulanan bilgiyi temsil eder.
Bir filozofun gözünden bu, bilmenin ötesinde bir “istek bilgisi”dir — insanın varoluşunu anlamlandırma çabasının doğal uzantısı.
Peki bilmek mi önemlidir, yoksa bilmek istemek mi?
Belki de insanın en derin bilgi biçimi, henüz ulaşamadığı şeyi görmek istemesidir.
Etik Perspektif: Görme Arzusunun Ahlaki Yüzü
Etik bağlamda “göresidim”, yalnızca bir bilme isteği değil, aynı zamanda bir tanıklık arzusudur.
Bir şeyi görmek istemek, o şeyle yüzleşmeye hazır olmak anlamına gelir.
Bu yüzden bu kelimenin içinde ahlaki bir cesaret gizlidir: görmek, çoğu zaman yargılamayı, anlamayı ve sorumluluk almayı gerektirir.
Birinin acısını “göresidim” demek, aslında o acıya ortak olma arzusudur.
Bu yönüyle “göresidim”, modern etiğin merkezindeki empati fikrini taşır. Ahlak burada soyut bir ilke olmaktan çıkar, insanın görme edimiyle içselleştirdiği bir deneyim hâline gelir.
Sokrates’in dediği gibi, “Bilgi erdemdir.”
Ama “göresidim” bize şunu hatırlatır: Erdem, bazen bilmek değil, bilmeye cesaret etmektir.
O hâlde etik bir soru sormalı: Görmek istemediğimiz şeyleri neden görmezden geliriz?
Ontolojik Derinlik: Görmenin Varlıkla İlişkisi
Ontolojik düzlemde “göresidim”, varlık ile algı arasındaki sınırı sorgular.
Bir şeyi görmek istemek, onun var olduğuna dair içsel bir kabul taşır.
Bu durumda “göresidim” demek, yalnızca bir öznenin dileği değil; aynı zamanda bir varlığın tanınma talebidir.
Heidegger’in “varlık unutulmuştur” uyarısını hatırlayalım.
“Göresidim” aslında bu unutulmuşluğa bir karşı çıkıştır — görünmeyeni görünür kılma, var olanı fark etme isteği.
Bir şeyin varlığını görmek, onu “mevcudiyet alanına” dahil etmektir.
Böyle bakıldığında, “göresidim” ontolojik bir eylemdir: varlığa tanıklık etme iradesi.
Belki de insan, varlığın içinde gezinen bir “görme arzusu”dur.
Her bilgi, her duygu, her ilişki, bu arzunun farklı biçimleridir.
Bir sevgilinin yüzünü, bir gerçeğin çıplak hâlini ya da bir evrenin anlamını “göresidim” derken, aslında varoluşun kendisine sesleniriz: “Ben seni bilmek istiyorum.”
Göresidim ve Zaman: Geçmişteki Arzunun Felsefi Yankısı
“Göresidim” fiili, geçmiş zaman kipinde dile getirilir.
Bu, isteğin artık geride kaldığını gösterir.
Ama her dile getirilen “göresidim”, aslında zamanın döngüselliğini hatırlatır: geçmişte kalan arzular, bugünün düşüncesini ve yarının anlamını şekillendirir.
Bu, Bergson’un “süre” anlayışına yakındır: zaman, lineer değil; bilinçte dairesel bir akıştır.
“Göresidim” derken, hem geçmişin bir noktasını hatırlarız hem de o arzuyu şimdi yeniden üretiriz.
Bu, varoluşun sürekliliğini sağlayan felsefi bir enerji gibidir. Bir şeyi görmek istemiş olmak, hâlâ insanın bilme çabasının bir parçasıdır.
O hâlde şu soruyu sormalı: Geçmişte görmek istediklerimiz, bugün kim olduğumuzu nasıl belirliyor?
Sonuç: Göresidim’in Felsefesi — Arzunun Bilgeliği
“Göresidim” kelimesi, yüzeyde sade bir fiil gibi görünür; ama derinlerde insanın etik, epistemolojik ve ontolojik varlığını birleştirir.
O, bilginin sınırında duran bir sezgidir; görmekle bilmek, istemekle olmak arasındaki ince çizgide gezinir.
Bir filozofun diliyle söyleyecek olursak: Göresidim, hem varlığın tanınma arzusudur hem de insanın kendini bilme çabasıdır.
Belki de her düşünce, her sanat, her inanç, bu cümlenin özünden doğar: “Göresidim; çünkü anlamak istedim.”
Peki siz, neyi “göresidiniz”?
Görmeye cesaret edemediğiniz hangi gerçeği hâlâ bilmek istiyorsunuz?