Rıza Hangi Dilde?
Hayatın İçindeki Kırılma Anları
Bir sabah uyandığımda, güne başlamak için hiçbir şeyim yoktu. Yatak, duvarlar, penceredeki hafif ışık… Ama içimde bir boşluk vardı. Kayseri’nin o soğuk sabahlarından biriydi, tam da her şeyin ne kadar anlamsız olduğunu düşündüğüm anlarda, bir soru sormak geldi aklıma: Rıza hangi dilde?
Hikâye böyle başladı, tek bir soru… Ya da belki de bir soru işaretiyle başlamalıydı çünkü hepimiz bazen tam olarak hangi dilde konuştuğumuzu, duygularımızı hangi kelimelerle dile getirdiğimizi kaybediyoruz.
Bir Sözcüğün Peşinden
Çocukken, annemin sesini her duyuşumda güven bulurdum. “Rıza,” derdi, “her şeyin bir yolu vardır, sen yeter ki doğru yolda git.” O zamanlar, annemin söylediklerini anlamak zordu. Ama şimdi, büyüdükçe, hayat bana hep bir “Rıza” sorusu sordu. Hangi dilde olduğunu bilmeden, ona nasıl hitap edeceğimizi düşünmeden yaşadım.
Bir gün, tam da işte böyle bir sabah, Kayseri’nin sıcağı her şeyi daha da boğucu hale getirmişken, Rıza’yla karşılaştım. Tanıdığım biri değildi. Ama gözleri, sanki yıllardır tanıdık birini arıyor gibiydi. İlk bakışta, ona anlatmak istediğim her şeyi söyledim, ama işte asıl soru geldi: Rıza hangi dilde?
O an ne yapacağımı bilemedim. Bir an, aslında hiçbir dilin, hiçbir kelimenin bu duyguyu tam anlamıyla anlatmaya yetmeyeceğini düşündüm. Dil, yetersizdi. Kendi içimde boğulduğum bir hüsran duygusu vardı. Hiçbir sözcük bu anı anlatmaya yetmeyecekti. “Rıza” dediğimde bir duvar gibi yükselen bir mesafe vardı. Ama neden?
Boşluklar Arasında
Rıza’nın gözleriyle birkaç saniyelik bir bakış alışverişi yaptık. Ama sonrasında sessizlik ağır bastı. Ne demek istiyorduk? Bir şeyler anlatmalıydık. Ama işte orada, duygularımda bir eksiklik vardı. Belki de tam olarak doğru dili konuşamıyorduk. Kayseri sokaklarında yürürken, başımda dönüp duran bu soru, kafamı tamamen meşgul etti.
İçsel bir çalkantı vardı. Heyecan ve belirsizlik karışımı bir duygu. Bir yanda dilin gücü, diğer yanda duyguların derinliği… Sonunda şunu fark ettim: Belki de “Rıza hangi dilde?” sorusu, her şeyin bir arada yaşanması gerektiği bir anın işaretiydi. Dil yalnızca dışarıya söylenen kelimelerden ibaret değildir. Aslında dil, hislerin ve içsel dünyamızın en saf halidir. Belki de bu yüzden, “Rıza”yı anlamak için sadece kelimelere ihtiyacımız yoktu.
Umut ve Kırık Düşler
Duygularımı toparlamaya çalışırken, bir yandan da “Rıza hangi dilde?” sorusunun verdiği boşluk içinde umut arıyordum. Sonunda, dilin gerçekte bizim iç dünyamızı nasıl inşa ettiğini düşündüm. Belki de tüm bu soru işaretleri, bir yolculuktan çok bir keşifti.
Rıza’nın ne hissettiğini bilmemek, aslında onunla aynı dili konuşmamak değil, kendi içimdeki boşluğu fark etmemdi. Anlamadığım yerlerde, sadece dinlemem gerektiğini anladım. Belki de her şey sadece bir başlangıçtır.
Sonuç Olarak
Bu sorunun cevabı basit değil. Rıza, belki de içimizdeki bir dilin sesi. O ses, bizim ne hissettiğimize, düşündüğümüze bağlı olarak farklı bir anlam kazanabilir. Herkesin kendine has bir dili vardır. İçsel bir dil, bir duygu dili… İster Kayseri’nin sıcak sokaklarında ister bir yabancı şehirde, biz hep aynı dili konuşamayız. Ama bu, bir eksiklik değil, tam tersine bir zenginliktir.
O günden sonra, Kayseri’nin soğuk sabahlarında yürürken, bir an bile olsa, Rıza hangi dilde? sorusunu bir kenara bıraktım. Çünkü en doğru dil, bazen hiç konuşmadığımız dildir.